Basın Açıklamaları

“Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı” ve “Dostlar Dayanışma Derneği” tarafından ortaklaşa düzenlenen “Türkiye Çocuk Adalet Sistemine Sivil Toplum Gözüyle Bakış Konferansı” (5-6 Nisan 2012) İçin Hazırlanan Vakfımızın Görüşü

“Çocuk ve Adalet”sizlik, üzerinde çok yönlü olarak durulması gereken bir konudur. Yalnızca “suçlu” ya da “suçlanan” çocuklar açısından, ya da “koruma altına alınması gereken” çocuklar açısından konuya yaklaşmak yetmez. Bu çok geniş ve acılı bir konudur.

İnsan odaklı her politika, önce çocuğu eksen alır. Hem en dayanıksız olduğu için, hem de gelecekte, bizden de öte var olacağı için. Çocuklara karşı görevlerimiz var. Ama yanlız bir kesimine karşı değil, tüm çocuklara karşı görevlerimiz var.

Hak ve adalet kavramları, yasaları da aşan, insan haklarını temel alan bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Bu bakımdan çocukların “Çocuk Hakları Sözleşmesi” ile tanımlanan temel insan haklarından yararlanamamalarının, büyük bir ADALETSİZLİK olduğunu vurgulayarak söze başlamak gerek.

Biz bu saptamanın, “ÇKK Kapsamında Politika Belgesi”nin ilk maddesini oluşturması gerektiğini düşünüyoruz. Yine bu politika belgesinde bulunmasını “olmazsa olmaz” gördüğümüz maddeleri de görüşlerinize sunmak istiyoruz :

  • Yoksulluk ve işsizlik ile mücadele, tüm hedeflerin önüne konulmalıdır.
  • Çocuğa yönelik aile içi şiddet ile çocuğun ailesi tarafından küçük yaşta çalışmaya yönlendirilmesi (ya da izin verilmesi) caydırıcı cezalarla engellenmelidir.
  • Dar gelirli ailelerin çocukları, çalışmamaları ve öğrenimlerini sürdürebilmeleri için, burslarla ve okuma odası olanaklarıyla desteklenmelidir.
  • Örgün öğrenim yaşamı tamamlanana kadar, gençler de “çocuk” korumasından yararlanmalı ve “çocuk hakları sözleşmesi” hükümlerinden yararlanmalıdır.
  • Bu bakış açısıyla, çocuklar ve gençler, düşüncelerini başkalarıyla paylaşma hakkını kullandıkları için koğuşturulmamalı, cezalandırılmamalıdır.
  • “Suçlanan” ya da “suçlu” konuma düşen çocuklar için yaklaşım, “önce zarar verme” olmalıdır.Bunun için, sosyal ortamlarından ve özellikle de öğrenim süreçlerinden soyutlamamak için çok çalışılmalıdır.
  • Her çocuğun hata yapabileceği düşünülmeli; farklı deneyimler peşinde olduğu için cezalandırılmamalıdır; önemli olanın hatalardan ders çıkarmak olduğu hep akılda tutulmalıdır.
  • “Hapse düşen çocuklar”, bir anne gözetiminde, yaşam evlerinde tutulmalıdırlar.
  • “Hapiste doğan” ya da “annesiyle birlikte hapse düşen” çocuklar için, kreş ve yuva uygulamaları, toplumdaki benzerlerine eş standartta sağlanmalıdır. Bu sağlanamıyorsa, o belirli bir yaşa gelene kadar annesinin cezası ertelenmelidir.
  • Anne ve/veya babası, hapse düşen çocukların, onlarla birlikte daha çok zaman geçirebilmeleri olanakları sağlanmalıdır.
  • Yaşamda ve eğitimde, “hazımsız”, “hoşgörüsüz”, “ham” ve “haksız” (4H) yatişkin davranışlarından dolayı, çocukların koğuşturmaya uğramaları önlenmeli; bunun için yetişkinler mutlaka eğitilmelidir.
  • Çocuk mahkemelerinin yargıçları, avukatlar, polis, ceza-tutukevi görevlileri ve doktorları da sürekli eğitim içerisinde olmalıdır.
  • Okullarda çocuklar hakları ile ilgili eğitim görürken; haksızlık ve adaletsizlik karşısında nerelere başvurmaları gerektiği de öğretilmelidir.
  • Çıraklık eğitiminde, haklarını öğrenen çocukların, işyerlerinde çalışmalarına izin verilebilmesi için, işyeri ortamının sağlıklı olması kadar işverenlerin de çocuk hakları konusunda eğitim olması üzerinde durulmalıdır.

 

Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ’ın, tüm uyarılara karşın, hala Prof.Dr.Nusret H.Fişek’i, “aile hekimliğini savunuyor” gibi göstermeyi sürdürmesi üzerine, Fişek Enstitüsü Vakfı Genel Yönetmeni Prof.Dr.A.Gürhan Fişek, şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştır :

 

SAYIN SAĞLIK BAKANI BUNU HEP YAPIYOR

Sağlık Bakanı Sayın Prof.Dr.Recep Akdağ, Bakan olduğu günden beri, “sağlıkta dönüşüm” adını verdiği bir politikayı hayata geçirmeye çalışıyor. Buna sağlığın alınıp satılan bir mal haline getirilmesi çalışması demek daha doğru olur. Yani paran varsa sağlık hizmetlerinden yararlanabilirsin; paran yoksa sürünürsün.

Sayın Bakan’ın “sağlıkta dönüşüm” adını verdiği politikasının özü bu. SSK Hastanelerinin devri TBMM’den geçti; ardından SSK İlaç Fabrikası kapandı. Peki kime yaradı bu; özel hastanelere ve ilaç sektörüne. SSK İlaç Fabrikası’nın ürettiği aynı içerikli ilaçları işçiler şimdi dört-beş katı fiyatına alıyor.

Sayın Bakan, “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SS-GSS) Yasası”nı da TBMM’den geçirdi. Bu ne anlama geliyor? Koruyucu hizmetin unutulması ve tedavi hizmetinin baş tacı edilmesi; ilk basamak sağlık hizmetlerinde ekip çalışmasının yokedilmesi; hastanın ilk önce aile hekimi ile karşılaşması; hizmet sunumunda, kamu hastanelerinin ticaret yapmazlarsa eritilmesi; tedavi hizmetleri bütçesinin yersiz şişirilmesi anlamına geliyor.

Kısacası Sayın Bakan’ın “sağlıkta dönüşüm” adıyla önümüze sürdüğü yapının felsefesi, “sağlık herkesin hakkıdır” felsefesini savunanların görüşüyle taban tabana zıttır. Bir başka deyişle, Sn.Bakan, Prof.Dr.Nusret H.Fişek’in Türkiye’de yerleştirmek için yaşamını adadığı Toplum Hekimliği felsefesiyle taban tabana zıt bir görüşü savunmaktadır ve asıl amacı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası”nı tamamen ortadan kaldırmaktır. Türkiye’nin her yerinde, parası olanın olmayanın ulaşabildiği, “herkese sağlık” ülküsüyle çalışan sağlık ocakları kapatılarak; insanlar, aile hekimi-özel hastane zinciri tuzağına düşürülmek istenmektedir. Hastaların sırtından para kazanmayı kurgulayan bu sistem, kolayca önlenebilecek bir çok hastalığı da gözardı etmek zorundadır. İlkesi “ne kadar çok hasta, o kadar çok para”dır.

Bu nedenle Prof.Dr.Nusret H.Fişek, genel sağlık sigortasının önde gelen karşıtlarındandı. Nusret Hoca, iyi bir öğretmendi. Öğrencilerine, kendi fikirlerini empoze etmezdi. Dünyayı tüm zenginliğiyle kavramalarını, karşıt fikirleri de tanımalarını önemserdi. İşte Sağlık Bakanı’nın konuşmalarında sık sık Nusret H.Fişek’ten aktardığı cümlede geçen “aile hekimliği” sözcüğü bir benimsemenin değil, başka bir modeli de tanıtma amacıyla yazılmıştır.

Sayın Bakan’ın alıntı yaptığı cümle, “Sağlık Hizmetlerinde Örgütlenme” başlıklı 7.Bölümün içinde yer alıyor. Bu bölüm, sırasıyla, “İlkeler” ve “Modeller” alt başlıklarını içermektedir. İlkeler bölümünde: “Herkese sağlık”, hizmetin aşağıdan yukarıya örgütlenmesi”, “ülke olanaklarına göre model seçimi”, “koruyucu ve tedavi edici hizmetlerin bütüncül bir yaklaşımla ele alınması”, “hizmetin bir ekip çalışmasıyla yürütülmesi”, “sağlık çalışanlarının hizmet sunumu ve denetiminin içiçe planlanıp uygulanması”, “sağlık hizmetinin halkın kullanabileceği biçimde sunulması”nı içermektedir. Nusret Fişek, “İlkeler” bölümünün başında şöyle yazmaktadır :

“Sağlık hizmetlerini örgütlemede gözönüne alınacak ilkeler bir ülkenin sosyal güvenlik politikasına bağlıdır. Şayet sosyal politika, ‘gücü yetenin sağlık hizmetini satın alması’nı öngörüyor ve herkese tedavi hizmeti sunmanın bir kamu hizmeti olmadığı merkezinde ise, böyle bir ülkede sağlık hizmetlerini örgütleme diye bir sorun düşünülemez. Bu ülkelerde hekim, sağlık personeli, tesis ve hizmet dağılımı, serbest piyasa kurallarına göre, kendiliğinden oluşur. Zamanımızda böyle bir düzeni özleyenler var ise de, hekimliğin en liberal olduğu A.B.D.’de bile örgütlenme sorunu ve çabası vardır.” (s.113) Nusret Hoca, kitabında, “saf serbest piyasa” yaklaşımını da anlatıyor. Yani Sn.Bakanın şu anda yaşama geçirmeye çalıştığı uygulama. Acaba, Sn.Bakan neden bu yazılanlardan hiç söz etmiyor.

Fişek Hoca devam ediyor : “İlkeler” alt-bölümünü, izleyen alt-bölüm “modeller”dir. Nusret Fişek, bu kez dünyada gözlenen modelleri, “tedavi hizmetleri”, “ilk basamak hasta bakımı”, “sağlık merkezi ve hastane poliklinikleri”, “ikinci basamak hasta bakımı”, “laboratuvar hizmetleri” başlıkları altında incelemektedir. İlk basamak hasta bakımında ise, eldeki seçenekleri, “serbest hekimlik yapan genel pratisyen”, “tek başına çalışan uzman hekim”, “grup halinde çalışan hekimlerin kurduğu poliklinik”, “kamu sektörü kurumlarının yönettiği sağlık merkezi, dispanser veya hastane polikliniklerinde çalışan hekim” olarak sıralamaktadır. Dünyada gözlenen modellerden biri olan “tek başına çalışan hekim” ise Nusret Fişek’in “Halk Sağlığına Giriş” adlı ders kitabında şöyle anlatılmaktadır :

“Tek başına çalışan hekim muayenehanesinde veya hastaların evinde, hastalarını muayene ve tedavi eden hekimdir. Bu tip hekimler batı ülkelerinde genellikle belirli kişilerin hekimleridir. Bu kimselere hasta oldukları zaman bakarlar. Hasta hekim ilişkisinin bu biçim oluşumu nedeni, halkın geleneğidir. Kişiler kendisine bir aile hekimi veya en azından bir hekim seçme ve hastalandığı zaman ona başvurma eğilimindedirler” (s.119)

Bu yazılanlardan, Nusret Hoca’nın aile hekimliğini savunduğu sonucunu, Sn.Bakan’ın nasıl çıkardığını, -eğer başka amacı yoksa- anlamak olanaksız. Toplum hekimliği felsefesine şu an yapılanların, ters düştüğünü Sn. Bakan bilmiyor mu?!

Bakan ünvanının hemen yanında “Prof.Dr.” ünvanını da kullandığına göre, biliyor. Peki öyleyse kendisine karşı çıkan sağlıkçılara ve politikacılara neden “Arkadaşlar 1985 yılında Nusret Hoca’nın yazdığı Halk Sağlığına Giriş kitabına baksınlar” diyor. Neden yaptıklarının yanlış olmadığını kendisine ve başkalarına inandırmak için şu anda hayatta olmayan bu değerli bilim adamının söylediklerini ve yazdıklarını çarpıtarak kendisine destek gibi gösteriyor?!

“Prof.Dr.Nusret H.Fişek, aile hekimliğini savunuyordu” derken, şu sorunun sorulabileceğini bilmiyor muydu: “Nusret Hoca, madem aile hekimliğini savunuyordu; neden, o sistemi değil de sağlık ocaklarını ve Sosyalizasyon Yasası’nı kurguladı ve yaşama geçirdi?”

Sayın Sağlık Bakanı, politikacı kimliğinin yanı sıra bilimsel kimliğini korumalı; kitaptan aldığı bir cümlenin önünü arkasını okumalı; Prof.Dr.Nusret H.Fişek’i, kitabının bütünü ve tüm eserleri içinde değerlendirmelidir. Bunu yapmazsa, artık aramızda olmadığı için kendisine cevap veremeyen Prof.Dr.Nusret H.Fişek’e büyük haksızlık yapmış olacaktır.

Türkiye’de toplum hekimliğinin kurucusu, genel sağlık sigortası ve aile hekimliğinin önde gelen karşıtlarından, sağlıkta sosyalleşmenin ve nüfus planlaması yasalarının mimarı, “herkese sağlık ” ülküsünün önde gelen savaşçısı Prof.Dr.Nusret H.Fişek ve onun yetiştirdiği öğrencileri olarak bizler, Sayın Sağlık Bakanı’nı, bu haksızlığı sürdürmekten vazgeçmeye çağırıyoruz. Sayın Bakanı, Prof.Dr.Nusret H.Fişek’in “Halk Sağlığına Giriş” kitabını okumaya davet ediyoruz.

Prof.Dr.A.Gürhan Fişek
Fişek Enstitüsü Vakfı Genel Yönetmeni
(24 Haziran 2009)


 

ESAS SUÇLU BELLİ OLDU

Hüseyin Üzmez’in 13 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz etmesinin üzerinden çok geçmedi. Toplum, bir çok köşe yazarı bu hainliğe, bu sapıklığa tepki gösterdi. O zaman da söyledik: Yalnızca Hüseyin Üzmez suçlu değildi; onun yaptığını hoşgören destekleyen, başka suç ortakları vardı. Bunlardan biri de, Adli Tıp Kurumu’nun sözde uzmanlarıydı.

Bugün bu uzmanlar yeniden sahneye çıktı. Bu kez, tacizci babasını ve amcasını polise şikayet eden 17 yaşındaki kız yine Adli Tıp Kurumu’nca haksız çıkarıldı. Üniversite hastanelerinin istismara uğradığını belgeledikleri bu kız, 2005 yılında da, Urla Barbaros Çocuk Köyü’ndeki tecavüz olayının kurbanlarındandı. Çifte travmayı hangi “yürek” kaldırabilir? Bu “akıl-dışı ve hukuk-dışı” rapor, aynı zamanda, 17 yaşındaki bir kurbanın “üçüncü” kez tecavüze uğraması için bir yeşil ışık yakmış olmuyor mu? Kendisine “uzman” denilen bu kişiler, suçluları “suçsuz” göstererek, sapkın düşüncedeki insanları suça teşvik etmektedirler. Yani bütün cinsel tecavüzlerin suç ortaklarıdır.

Tecavüz olgularını haklı çıkaran Adli Tıp Kurumu uzmanları, tecavüz olgularının “esas suçlu”su olarak yargılanmalıdır. Meslektaşlarının ve kamuoyunun tüm tepkilerine karşı, tutumlarını sürdürmelerini “pervasızlık” ve bir “meydan okuma” olarak görüyoruz. Bu meydan okuma, insan haklarına karşıdır; bu meydan okuma sosyal hukuk devletine meydan okumadır.

İvedilikle, Adli Tıp Kurumu’nda, her iki karara imza atan sözde uzmanların açığa alınmasını ve yeniden “mesleki değerlendirme”den geçirilmelerini, uzman olup olmadıklarının öğrenilmesini ve bütün bu süreçlerin de kamuya açık bir biçimde gerçekleştirilmesini talep ediyoruz. Bu yasal süreç başlatılmadığı takdirde, çocuklarımızı bu sapkınlardan koruyabilmek için, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne binlerce imzalı dilekçelerle başvuracağımızın bilinmesini istiyoruz.

Oya Fişek
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Başkanı
(14 Aralık 2008)


 

KİMSESİZ ÇOCUKLARIN KİMSESİ NEREDE?

İngiliz Kraliyet Ailesi’nden Sarah Ferguson’un Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı iki çocuk yurdunda yaptığı röportajlar ve televizyon çekimleri yankılanmaya devam ediyor. Başta ilgili bakan olmak üzere bazı kesimler buna tepki gösteriyorlar.

Sarah Ferguson’un ya da onu boyle bir program yapmaya itenlerin niyetleri konu dışı. Karşılaşılan görüntüler içimizi burkmaktadır. Ama konunun içimizi burkan başka yönleri var.

Sarah Ferguson, 12 Eylül’un bir başarısızlığını daha ortaya çıkarmıştır. 1981 yılında Kenan Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyi, o zamanlar bir sivil toplum kuruluşu olan Çocuk Esirgeme Kurumu’na ait olan Çocuk Yurtları’yla ilgili bir gazetemizde günler süren yayın bombardmanından sonra, bu yurtlardan birine baskın yapmıştı. Çalışmaları yetersiz, görünümleri de çirkin bulunca, 60 yıllık bir anıt kurum, olağanüstü dönemin, olağanüstü yasalarından yararlanılarak
devletleştirilmişti. Ama sorunun devletleştirmekle, sivil toplum düşmanlığı yapmakla çözülmediği ortada.

Yine Kenan Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyi, bu kez, 1983 yılında, o zamana kadar Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan sosyal hizmetler ve sosyal yardımların da, bu bakanlıktan alınmasına karar vermişti. Bundan böyle bir sivil toplum kuruluşunun adını ve mal varlığını üzerine almış olan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” Başbakanlık’a bağlı olarak çalışacakmış. Böylece sosyalleştirilmiş sağlık hizmetleri ile sosyal hizmetlerin bağını keserek, sağlık hizmetlerinin sosyal yönünü; sosyal hizmetlerinden topluma ulaştırılmasındaki en etkin örgütlenmeyi budamıştır.

Yine Kenan Evren başkanlığındaki Milli Güvenlik Konseyi, bu kez, 1983 yılında, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesini tümüyle ortadan kaldırmak üzere “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” adıyla Dünya Bankası’ndan büyük bir kredi alarak çalışmaları başlatmıştı. Bugün “aile hekimliği” adı altında, yurttaşlarımızın cebinden daha fazla para çekmeyi hedefleyen program da işte bunun sonucudur. Ama yaşamakta olduğumuz küresel kriz, “parası olanın sağlık hizmetlerine” ulaşacağı ve yoksulların daha yoksul olacağı projelerin çökmeye mahkum olduğunu göstermiştir.

Gerek gözlemler ve gerekse tüm engellemelere karşın basına yansıyan yayınlar göstermektedir ki, bu politikalar iflas etmiştir. İyi ki Sarah Ferguson var; iyi ki küresel krizler var. Yoksa biz gözlerimizi, kulaklarımızı kapatıp; suskunluğumuzla istismara ve sefalete kayıtsız kalacağız.

Bu noktada, kafamızı duvarlara çarptığımıza göre, dersimizi almış olmamız gerek.

Şimdi hep birlikte üzerinde düşünmemiz ve davranmamız gereken konular var:
1. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesine ve sağlık ocaklarına nasıl sahip çıkabiliriz?
2. Haksız bir biçimde ve olağanüstü yetkilere dayanılarak ortadan kaldırılan ve Cumhuriyet’in bize armağanı olan Çocuk Esirgeme Kurumu’nu nasıl devletin elinden kurtarıp bir sivil toplum örgütü olarak yeniden ayağa kaldırabiliriz?
3. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı gibi farklı farklı bakanlara bağlı olarak çalışan ama istenilen işlevselliğe bir türlü ulaşamayan bu kurumları yeniden sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik yönetimleriyle nasıl bütünleştirebiliriz?
4. İnsanımızın sesini duyacak, sorununu çözecek bir sosyal devleti; “sadaka”yı tek sosyal politika önlemi olarak görmeyen bir sosyal devleti nasıl yeniden yapılandırabiliriz?

Prof. Dr. A. Gürhan Fişek
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Genel Yönetmeni
(8 Kasım 2008)


 

ÜZMEZ’İN SUÇ ORTAKLARI

Kişileri meslekleri ile anmak yerine yaptıklari ile anmak gerekir. Hüseyin Üzmez bir gazeteci değil, bir sübyancıdır. Eskiden de ünlü
gazeteci Ahmet Emin Yalman’ı öldürmeye girişen bir “katil müsveddesi” idi.

Hüseyin Üzmez, toplum tarafından tepki çeken eylemlerine yenilerini ekliyor. Ama dünya yüzeyindeki hiçbir toplumun hazmedemeyeceği konu, küçük yaşta çocuklarına yapılanlardır.

Hüseyin Üzmez, 14 yaşındaki bir kızı cinsel yönden istismar etmiştir. Ona bu eyleminde yardımcı olan ve hoşgörü gösterenler de en az onun kadar insanlık suçu işlemektedirler. Hüseyin Üzmez’i bir “sapık” olarak görmek doğru bir bakış açısıdir; ama ona yardım edenler ve hoşgörenler de onun kadar “sapık düşünceli”dirler.

Kimdir bu “sapık düşünceli”ler :

1) Evlilik yaşını 14’e düşürerek, Hüseyin Üzmez’i hapishaneden kurtarmaya çalışanlar,
2) Onun sapık fikirlerini ve bunu çevreleyen hezeyanlarını dile getirmesi için, televizyon kanal ve gazetelerini ona açanlar,
3) Çocuğunu çıkar için bir adama (yaşı ne olursa olsun) peşkeş çeken anne ve onun bu davranışını olumlayan 48 yas genç eşi,
4) Cinsel istismara uğrayan 14 yaşındaki kızın, bedensel ve ruhsal hiçbir zarara uğramadığını “bilimsel (!) bir rapor” ile söyleyebilen ve başta meslektaşları herkesi utandıran adli tıp doktorları,
5) Küçük yaşta çocuklarla seks yapan veya yapmaya hevesli yerli yabancı insan müsveddeleri,
6) Küçük yaşta çocukların porno görüntülerini çeken ve elden ele dolaştıranlar ile bu porno görüntülerle cinsel doyuma ulaşan insan müsveddeleri.

Hüseyin Üzmez, sadece onları üzmemektedir. Bizleri ise üzmenin ötesinde, öfkeye ve isyana sürüklemektedir. Hüseyin Üzmez ve destekçilerini kınıyor ve onların hiçbir canlının adını hak etmediklerini düşünüyoruz.

Oya Fişek
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Başkanı
(1 Kasım 2008)


 

EVLİLİK YAŞI

Evlilik yaşının 14’e düşürülmesi yönünde Adalet Bakanlığı’nca yasa hazırlığı yapıldığı basına yansımıştır. Bu girişim kabul edilemez. Küçük yaşta çocukların çalıştırılmasına karşı olduğumuz gibi, küçük yaşta çocukların evlendirilerek, eğitim yaşamından uzaklaştırılmasına ve çocukluklarının ellerinden alınmasına da karşıyız. Öğrenim görmesi ve kendisini yaşama nitelikli bir biçimde hazırlaması gereken çağda, çocukları, özellikle kız çocuklarını cinsel bir obje olarak gösterme ve onları eve kapatma girişimlerini şiddetle kınıyoruz.

18 yaşından önce evlenen çocuğun, yasa gereği liseye devam etmesine olanak yoktur. Onurlu, nitelikli ve özgür kafalı gençler yetiştirmenin yolu öğrenimden geçmektedir. Ayrıca bu girişim, daha önce suçlu bulunan bir çok sapığın da serbest kalmasına yol açacaktır. Tersine, evlilik yaşının 21’e çıkarılması gerektiğine inanıyoruz.

Bütün yurttaşları, gönüllü kuruluşları ve milletin temsilcilerini bu akıl almaz hazırlığa tepki göstermeye çağırıyoruz.

Oya Fişek
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Başkanı
(17 Ekim 2008)


 

Cumhuriyet Bayramı’nızı kutluyoruz.

Ne yazık ki toplum, böylesi günleri tatil olarak algılıyor.

Herkesin o günün anlamını düşünmek ve bu konuda bir şeyler okumak yoluyla, bize o günü armağan edenlerle birlikte soluk alması gerektiğini düşünüyoruz.

Bugün güzel bir kitap okumaya başladık. UNESCO tarafından 1968 yılında çıkarılmış “İnsan Hakları” adlı bir kitap. Küreselleşme furyasının bu uluslararası örgütlere egemen olmasından ya da onları susturmasından once yayınlandığı için, bizi sardı sarmaladı ve etkiledi. Bu kitaptan, çok paylaşılacak düşünce ve söylem var. Her makalenin önüne Atatürk’ten bir söz konulmuş. Bu sözlerden hayran olduğumuz bir tanesini sizlerle paylaşmak istiyoruz.

“İnsan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahlarını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar değer veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetlerine yararlı olmaya elinden geldiği kadar çalışmalıdır.”

Bu sözün anlamı o kadar derinlerde ki…
1) Atatürk, sanki hemen bu sözlerin ardından “Yurtta barış Dünya’da barış” deyiverecek.
2) Bu sözler, yıllar sonra 1944 yılında Birleşmiş Milletler’ce kabul edilen çok ünlü ve bir o kadar değerli Philadelphia Bildirgesi’nin ana temalarından biri olarak karşımıza çıkıyor: “Dünyanın hangi köşesinde yoksulluk ve sefalet varsa; bu olgu, dünyanın refah içindeki köşeleri için büyük bir tehdittir”.

Ne kadar güncel bir tema değil mi?

Bu insanlara layık olmak için çok çalışmamız gerek çok. Ama önce biçimsel olarak değil, özünde onları anlamamız gerek.

Bu duygularla bize Cumhuriyet’i kazandıranlara teşekkkür ediyoruz.

Oya Fişek

Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Başkanı
(29 Ekim 2008)