2002, Bir tatil Böyle Geçti

Mayıs ayında başlayan koşturmaca sonunda bitti. Çocukları yerlerine oturttuk ve otobüs hareket etti.

Gözümün önünden Jale Şengül’le önce çıraklık okulunda yaptığımız çalışmalar, sonra, her zaman son sözü söyleyen babalardan “evet izin verdim gitsin” sözünü alabilmek için çırpınmamız; “Tamam izni aldık” diye sevinirken bu kez de patronların “hayır, olmaz”larıyla karşılaşıp işyerlerine koşturmamız; Valiliğe, Milli Eğitim’e yazıların yazılması geçti bir bir. Evet, sonunda hepsi bitti. Küçücük yaşlarında işbaşı yapan, çocukluklarını yaşamaya fırsat bulamayan, bir çoğu hiç tatil yapmamış, izin bile alsa ne yapacağını bilemeyen 20 çırak çocuğun bir hafta boyunca çocukluklarıyla buluşma, doyasıya çocukluklarını yaşama serüveni başladı. Geçen yıl olduğu gibi yine yollardayız. Çocuklar birbirlerine hangi iş dallarında çalıştıklarını soruyorlar :

  • Ben tornacıyım, ya sen?
  • Ben konfeksiyonda çalışıyorum.
  • Kuaförde çalışıyorum ben de.
  • Üç yıldır tekstildeyim.
  • Diş protez çırağıyım ben.
  • Bizim işimiz mobilyacılık… Sandalya filan yapıyorum.
  • Ben iş makinaları tamircisiyim. Bizim işimiz pistir.

Kimi 8 yaşında, kimi 11 yaşında başlamış çalışmaya. Yol boyu hepsi kıpır kıpır. Her mola da biz inince otobüs boşalıyor sanki. Çocuklarla birlikte bizi de sayarsanız 25 kişiyiz. Kızların başında 400 metre engelli koşularının Türkiye birincisi Arzu Uyar, gönüllülerimizden Tülin Koca ve ben. Erkeklerin başında kroscu, yamaç paraşütçü, kuş gözlemcisi, fotografcı, jimnastikci Yasin Gündoğan ve Gürhan Fişek (tatilin 4.gününden sonra da genç gönüllümüz araştırma görevlisi Onur Kovancı) var. Hepimizin dikkati çocukların üstünde. Her moladan sonra otobüse biner binmez, tek tek sayıyoruz onları. Sabahın 6’sında Burhaniye’deyiz. Bizi tatil köyüne götürecek servisler hazır. “Servisler” diyorum, çünkü bir servise sığmayacağımız için Kamil Koç otobüs firması yetkilileri daha önceden bu organizasyonu yaptı. Kamil Koç otobüs firması yetkililerine teşekkür etmek istiyorum. Çünkü çocuklarımız için bilet fiyatlarında hem indirim yaptı, hem de iki çocuğun yol parasını üstlendi. Bu duyarlılıklarından dolayı kendilerini kutluyoruz ve çocuk dostu firma olarak alkışlıyoruz.

Evet, şamata gürültü patırtı, sonunda Efem Tatil Köyü’ne ulaştık ve her saniyesinden yararlanmak, keyif almak için dur-durak bilmeden, soluk soluğa yaşanan tatil başlamış oldu.

Çocuklar geçen yıl olduğu gibi yine iki gün içinde yüzme öğrendiler. Gönüllümüz Tülin Koca, “Siz geçen yıl yaşadıklarınızı, çocukların nasıl iki günde yüzme öğrendiklerini, bir saniye bile durmadıklarını, hiç yorulmadıklarını, mutluluklarını anlatırdınız, ama insan görmeden, onlarla birlikte yaşamadan bunu anlıyamıyor” diyor.

Eğlence maratonu bu. Sabah 10.00’da jimnastikle başlayan gün, yüzme, yakantop, voleybol, ping-pong, uzun eşek, tombala, sessiz sinema derken, akşam eğlencesinin saat 23.00’de bitmesiyle sona eriyor. Tabii biten eğlence bölümü. Sonra her gece kızlarla bir odada toplanıyor, söyleşiyoruz. Yeni medeni yasanın kadınlara neler getirdiğini, doğum kontrolu, kadın ve çocuk hakları, hijyen, çalışan çocuklar olarak ne hakları olduğu, kadına yönelik şiddet, kendi bedenleriyle ilgili konuları vs konuşuyoruz. Bu geçen yıl da böyle oldu. İnanılmaz bir ilgiyle anlatılanları dinliyorlar. Sorular soruyorlar, tartışıyorlar. Hepsi akıllı, hepsi alıcı, hepsi değişime ve gelişmeye açık, hepsi güzel çocuklar. Hemen hepsi, parasızlıktan okuyamamış. Eve ekmek getirmek için 8 yaşında terzi çırağı olan da var; babasıyla işportada mal satan da. Birisi “Ben çok iyi koşarım. Zabıta beni hiç yakalayamazdı” diyor. Bir başkası “Yarım gün okula giderdim, yarım gün de kola kutuları toplar, kağıt mendil satardım. Öyle yorulurdum ki, ders mers çalışamazdım. İlkokulu zar zor bitirdim. Çıraklık iyi. Hiç olmazsa mesleğimiz var. Bakarsın bir gün benim de dükkanım olur” diyor.

Kadınların ekonomik bağımsızlığının ne kadar önemli olduğunu uzun uzun konuşuyoruz. Kızların hepsi ustalık belgesi de alacaklarına, erken yaşta evlenmeyeceklerine, akraba evliliği yapmayacaklarına, burada öğrendiklerini başka kızlara da aktaracaklarına söz veriyorlar. Ben onlara inanıyorum.

TAVŞAN ADASI

Bir gün motorla geziye gittik. İlk kez motora binmenin hem heyecanı, hem mutluluğu, azıcık da olsa korkusu çocukların gözlerinden okunuyordu. Bilirsiniz gezi motorları güzel koylarda dururlar, herkes denize girer. Ama biz buna cesaret edemiyoruz. Evet, çocuklar yüzme öğrendiler ama su çok derin, biz beş kişiyiz , çocuklar 20. Onlar korkmuyorlar ama, biz korkuyoruz. Birinci koyda bütün “N’olur girelim” yalvarmalarına, “Hayır” diyebildik. Ama Tavşan Adası’na gelince, adadaki yüzlerce tavşanı görünce, çocuklar çıldırdı. Haklılar da. Kaptan yanıma geldi, “İsterseniz, çocuklara can yeleği giydirelim” dedi. Sevinç çığlıkları, alkışlar arasında, yirmisine de tek tek can yeleği giydirildi. Adaya yüzdüler. Onların, tavşanların peşinden koşmaları görülecek şeydi. Mutlulukları sanki elle tutulur, gözle görülür haldeydi.

Size yaşadıklarımızın hangi birini anlatayım bilemiyorum.

TÜLAY’IN YAŞGÜNÜ

Tatile götürüleceklerin listesi elimde Tülay’ın işyerine giittim. Patronuna kendimi tanıttım. Bir haftalık tatil için Tülay’a izin vermesi için rica ettim. İzni koparınca da “Tülay’la tanışabilir miyim?” dedim. Patronu çağırdığı için, ürkmüş bir kız çocuğu yanımıza geldi. Tatili duyunca, heyecandan, sevinçten ne diyeceğini şaşırdı. “Biliyor musunuz tatilin ikinci günü yaş günüm. Bu benim için dünyanın en güzel hediyesi oldu” diyebildi. Vakfa dönünce arkadaşlarıma bunu aktardım. Hemen Tülay’a bir armağan aldık, cici bir paket yaptık. Tatilin ikinci günü Tatil Köyü sorumlularına akşam için kocaman bir pasta ve mumlar ısmarladım. “İyiki doğdun Tülay” şarkısı eşliğinde pastasının mumlarını üfleyen Tülay, durup durup bizlere sarılıp, “Bütün Vakıf gönüllülerine teşekkür ederim. Şimdiye kadar hiç böyle bir şey yaşamadım. Bu yaşgünümü hiç unutmayacağım” diyordu. Bütün gece dans edip, halaylar çekildi. Güzellikleri, dostluk ve arkadaşlıkları paylaştıkları için bütün çocuklar mutluydu. Onlar mutlu olduğu için biz de çok mutluyduk. O gece bizleri mutlu eden bir başka şey daha oldu. Geçen yıl tatile götürdüğümüz kız çıraklar telefonla aradı. “Şimdi tatilde olduğunuzu biliyoruz. Biz de şu anda biraradayız ve sizi, geçen yıl yaşadığımız güzel günleri konuşuyoruz. Bu yıl tatile gelen şanslı arkadaşlarımıza iyi tatiller diliyoruz. Sizi hiç unutmayacağız” dediler.

Onların dileklerini çocuklara ilettim; “önümüzdeki yıl biz de sizi arayacağız” diye bağırıştılar. Ne güzel her yıl çoğalıyoruz.

SELÇUK’UN HEDİYESİ

Selçuk tornacı çırağı. Zor anlayan, zor öğrenen bir çocuk. Tatil köyünde herkes seviyor onu. Arkadaşları “Amma tanıdığın var” deyince de, “İnsanın çok, yüreğin temiz olacak” diyor.

Erkek çırakların tombala oynadığı bir gün Selçuk’u yanlız dolaşırken gördüm. “Niye sen de oynamıyorsun Selçuk” dedim. “Boş ver” der gibi elini salladı, “Büyük hediye gitti” dedi. “Neymiş o büyük hediye?” diye sorunca da, “Sallayınca çık çık öten tüylü bir kuş” dedi. Yürüdü gitti.

Bu kez benim yüreğim kararmıştı. Odamdaki hediye torbasını karıştırdık ve bir tane daha “sallayınca çık çık öten bir kuş” bulduk. Elimdeki paketi sallayarak Selçuk’un yanına gittim. “Bu muydu istediğin?” dedim. Gözleri ışıl ışıl “Evet” dedi başıyla.

  • Açsana paketi belki o değildir.
  • Açmam. Sen beni düşünmüşsün. Arayıp bunu bana getirmişsin. O kuş olmasa bile, şimdi en büyük hediye bu.

DÖNÜŞ

Günler bir bir bitti. Ayrılık yine hüzünlü oldu. Ama bu çocuklarımız şanslıydı. Geçen yıl tüm çıraklar Denizli’den gelmişti. Bu yıl ağırlık Ankara’daydı. Yine buluşabilirdik. Bunu onlara hatırlatınca, biraz yüzleri güldü. Yine sarmaş dolaş büyüyen bir sevgi yumağı olduk.

Sonra her biri, bir çoğumuzun adını bile duymadığı semtlere doğru yola çıktı. Omuzları biraz çökmüştü. Çünkü yarın işbaşı yapacaklardı. Aradan 20 gün geçti. Ara ara telefon ettiler.

Bir gün Vakıfta oturmuş gazetelere bakıyorum.

  • “Bir baba çocuğuna önlük, kalem, defter alamadığı için intihar etti”…
  • “Krizin faturasını çocuklar ödüyor. Türkiye genelinde yuvalara ve yurtlara bırakılan çocukların sayısı 18 000’e ulaştı. 1305 aile de çocuğunu devlete teslim etmek için sıra bekliyor”
  • “Türkiye’de çocukların % 40’ının sağlık güvencesi yok”.
  • “İç ve dış borçların toplamının 217 milyar doları bulduğu Türkiye’de her bebek 1650 dolar borçla doğuyor.
  • 6 – 18 yaş grubunda çalışan çocuk sayısı 6 milyon sınırını aştı. Çalışan çocukların %30’u okula gitmiyor.
  • 6 – 14 yaş grubunda hiç okula gitmemiş çocuk sayısı 768 000.

İçim karardı yine. Gazeteyi kapatıyorum. Birden “Biz geldik” diye bağıraşarak içeri doldular. “Özledik sizi. Siz kızlarınızı özlemediniz mi?” dediler. Özlemez olur muyuz? İşte yine sarmaş dolaş olduk, sevgi yumağımız büyüdü. Kızların seslerini duyan gönüllümüz Tülin Koca, bir telefonla, Ankara’nın bir ucundan uça uça Vakfa yetişti, bize katılmak için. Kızlar, nefes almadan konuşuyorlar, gelecekle ilgili planlarını anlatıyorlar.

  • Birbirimizi tanımamız ne iyi oldu. Bir iki yıl sonra kalfalık belgelerimizi alacağız. Sonra da ustalık belgesi için başvuracağız. Bilemedin dört yıl sonra ortak bir kuaför salonu açabiliriz.
  • Ben yüz bakımı bölümüne bakarım.
  • Ben de manikür, pedikür, ağda.
  • Saç yapımını da ikimiz yapacağız.

Üç kişinin hayali bir konfeksiyon atölyesi açmak.

  • Neden olmasın?! Bizim patron da çıraklıktan başlamış işe. Sizin anlattıklarınızı kendi aramızda hep konuştuk. Annelerimiz gibi, kocalarımızın eline bakmayacağız. Annelerimiz bu yüzden çok çekti.
  • Bir müşterimiz ingilizce öğretmeni. Ona, “Bana ingilzce öğretir misiniz?” dedim. Kabul etti. Büyük otellerdeki kuaför dükkanlarında, ingilizce bilirsen, çok para alıyormuşsun.

Öylesine mutlu, öylesine inançlılarki… Düşlerini gerçeğe dönüştüreceklerine hiç kuşkum yok.

Ayın sonunda, yine buluşacağız. Hep birlikte tiyatroya gideceğiz. İlk kez görecekleri tiyatronun heyecanı içinde yine vedalaştık. Ama bu kez hüzün yoktu. Çünkü biliyorlardı ki, Vakfın kapısı, gönüllülerin yürekleri onlara hep açık olacak. Çünkü biliyorlardı ki, hep birlikte bir çok “ilk”leri yapacağız.


Oya Fişek
Fişej Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve
Eylem Merkezi Vakfı Başkanı